OKYANUS PANSİYON
HAFTANIN REHBER HİKAYESİ
OKUMAK=OKUL MUDUR?
Okumak denilince ülkemizdeki birçok insanın anladığı şey; bir okulda öğrenim görüyor olmak, bir liseyi ya da üniversiteyi bitirmek.‘ne yapıyorsun şimdi okuyor musun, çalışıyor musun?’
‘arkadaşım okumadı, liseyi bile zor bitirdi.’
Şeklinde konuşmaları duymuşsunuzdur. Öğrenim hayatı bittiğinde okumak da bitiyor ülkemizde. Çünkü okumak okula gitmek ve ders kitaplarından ibaret olarak algılanıyor. Hâlbuki kitaplar sadece bir üst sınıfa geçmeyi sağlayan araçlar değildirler.
İnsanlığın geçmişini düşündünüz mü hiç? Hepimizin de bildiği gibi tarihi çağlar yazının bulunmasıyla başlar. Bundan önceki devirler taş devri olarak adlandırılır. Devirler arasında kesin ayrım çizgileri olmamakla birlikte, insanlık tarihini etkileyen olaylar başlangıç ve bitişleri oluştururlar. Taş devrinin ve ondan sonraki birçok devrin bitiş sebebi insanların kafa yapılarının değişmesinden kaynaklanır aslında. Yani taş bittiği için değil, insanların düşünce yapıları değiştiği için taş devri bitmiştir. Yazının icadıyla tarihi çağlara geçilmiştir. Çünkü yazı olmadan bir şeylerin kalıcılığını sağlamak ve gelişme kaydetmek çok zor. Yazı ve dolayısıyla yazılanları okuma insanların dünyasına girdiğinden beri hızlı bir değişim, gelişim yaşanmakta dünyamızda.
Düşünsenize iletişimini mağara duvarlarına çizdiği, oyduğu şekillerle sağlayan insan, bugün kilometrelerce uzaklıktaki arkadaşıyla telefonda, internette konuşabiliyor, hatta onu görebiliyor.
Sabah kalktınız, yüzünüzü yıkamak için lavaboya gittiniz sular akmıyor, elbiselerinizi ütüleyeceksiniz biran önce giyinip çıkmak için elektrik yok, neyse o şekilde çıktınız 45 km. mesafe yol kat edeceksiniz otobüs, tramvay çalışmıyor...
Güne hiç de iyi başlamadınız anlaşılan. İşte farkında bile olmadan hayatımızın olmazsa olmazları arasına giren, daha doğrusu dünyanın dönmesi kadar hayatın devamını sağlayan suya, elektriğe, arabaya nasıl da alışmışız. Onlar olmadan yaşayamayız artık. İnsanlar uzaya otobüs seferleri düzenlemeyi planlıyorlar yaşadığımız çağda. Mağara duvarlarına yazılan yazıdan, aydaki astronotla yapılan konuşmaya doğru bir serüven yaşanmış dünyamızda.
11 yaşındaki çocuk bilgisayar almak için gittiği dükkândaki satıcıya soruyor:
Çocuk: Merhaba, bilgisayar alacaktım ben, ilgilenebilir misiniz?
Satıcı: Ben size uygun bir bilgisayar ayarlayabilirim.
Çocuk: Yoo, ben Intel 800 MHz anakart, Pentium 4 işlemci, 512 RAM, 80 GB Hard disk, 17” monitör, 128MB ekran kartı ve optik Mouse’ u olan bir bilgisayar istiyorum.
Satıcı: Tabiî ki ben yardımcı olayım size…
Bu konuşmalar birçoğunuzun arkadaşlarınızla yaptığınız günlük sohbetlerin bir parçası haline gelmiş durumda adeta. Taş devrinde yaşayan bir insanı düşünün, sizin bu konuşmalarınız onun için bir anlam ifade eder miydi acaba? O kadar bile değil 100 yıl geriye gitseniz, bir mağazaya giripben Intel 800 MHz anakart, Pentium 4 işlemci, 512 RAM, 80 GB Hard disk, 17” monitör, 128MB ekran kartı ve optik Mouse özelliklerine sahip bir bilgisayar istiyorum deseniz uzaydan geldiğinizi düşünürlerdi herhalde.
İşte günümüzde bu konuşmaların normal karşılanmasını daha doğrusu gelişme açısından bu noktaya gelinmesini bilgiye, kitaba önem veren insanlara borçluyuz. Sabah kalktığımızda sular akıyorsa, elektrik varsa, otobüsler tramvay, metro çalışıyorsa, uçaklar kalkıyorsa uzak mesafeleri yakınlaştıran, demek ki bazı insanlar kitapları sadece bir üst sınıfa geçme aracı olarak görmemişler.
Henry Ford otomobil yapma fikrini bir kitaptaki yazıdan alır. Walt Disney ünlü insanların hayat öykülerini okuyarak ilham alır. Uçağı icat eden Wright Kardeşler bu fikri bir kitaptan esinlenerek gerçekleştirirler. Ampulü bulan Edison kitap satın alabilmek için trenlerde sebze satar. Elektriğin babası Faraday kimya kitabını karıştırırken dikkatini çeken bir yazı sayesinde elektriği bulup geliştirir.
Fransız kimyacı Antoine Lavoisier’in asıl eğitimi hukuktur ve kendisi Paris barosuna kayıtlı bir avukattır. Ancak zaman içinde bilimsel gözlem ve yorum üzerine yaptığı konuşmaları ile ünü bütün dünyaya yayılır. Kimya bilimini reddedenleri gösterip, ‘bu kelleler hiçbir işe yaramaz’ dediği için tutuklanır. Aynı gün yargılanıp giyotin ile ölüme mahkum edilir. Bastille’de ölümü beklerken, arkadaşı ünlü matematikçi Joseph Louis Lagrange’i hücresine çağırır. Ona, ‘ben öleceğim. Ancak ölümle ilgili çok merak ettiğim bir konu var. Lütfen bana yardımcı olur musun? Kafam kesilip giyotinden sepete düştüğünde gözlerime bak; eğer gözlerimi iki kere kırpıyorsam, insanın kafası kesildikten sonra bile beyninin bir süre daha düşünmekte olduğunu anlarız.’ der. Ertesi gün giyotine giden Lavoisier’in kafası kesildikten sonra sepete düşer ve Legrange hayretler içinde Lavoisier’in gülerek iki kere göz kırptığına şahit olur. Daha sonra anılarında Legrange; ‘Lavoisier’in son saniyedeki ispat arayışı, bilimselliğin yüzyıllar sürecek konusudur.’ der.
BU SİTE LOKMAN ÖZTÜRK VE BAHADIR AYDIN TARAFINDAN DİZAYN EDİLMİŞTİR.